geride yatan bahsi
etrafı kolaçan etmede ve hele ki insanı davranışları üzerinden tanımlamada aristo'nun töz kavramını ödünç almak işimizi kolaylaştıracak.. şurası kesin ki (sonrasında varlık ve varolan ayrımına dek gidecek olan haliyle) ancak etrafımızda görüp tecrübelediklerimizin, yani birincil manada tözlerin üzerinde konuşmak mümkün.. daha çok gizli yahut aşikar bir belirtmenin, harf-i tarifin eşlik ettiği "bu nesne", üzerinde konuşabilmemizi sağlaması ve göz önünde olmasıyla ilk zeminimizi oluşturur.. yahut insan üzerinden gidecek olursak da kendimizden bahsedebilmemizin yolu öncelikle birincil manada tözlerimizden yani sıfat-edim ve eyleyişlerimizden geçer.. tıpkı bir nesnenin "bu nesne" olarak yaşam alanına taşması misal bizim de bir yahut bu insan olmamız hayat akışında değişik tutunma, addetme ve sahiplenmelerimizle olacaktır.. ki en basit haliyle içinde doğup büyüdüğümüz aile ve yakın çevreye tutunmamız, varsaydığımız kişilikte olduğumuzu kendimizi ve çevremizi inandıracak ölçüde addetmemiz ve bedenimizle onun uzantılarına sadakatle sahip çıkmamız olacaktır.. akabinde gelen diğer başat unsurlar ise elbette ki işe (karın doyurmaya) ve aileye (üremeye) kavuşmak olacaktır.. demek ki "birincil manada tözler", kişinin kendi dünyasını kurması kadar onun kendisiyle ve yek diğerleriyle de iletişime geçebilmesini sağlayan ortak zemindir..
imdi, "ikincil manada tözler ise her ne kadar yaşam ve tecrübe alanından uzakta, gerinin karanlık gölgesinde kalsalar bile 'bir şeyin(nesnenin yahut insanın) bir şey' olmasını, karşımıza aldığımızın "bu" halini alarak konuşmaya imkan tanımasını sağlayanlardır" önümüze serilmiş oldu.. yani yemek yeme ve üreme ile "gündelik tutkular" bir yana esas yaşamı ve devamı için uğraş verdiğimiz bir "ego-ben" var karşımızda, ve bunun ne sıfatlarla ne de şekillenmelerle bir alakası da yok.. ve bir insanla iletişim kurmak için yeterli deneyim ve malzemeyle yaklaşım sağlanır, bu öz üzerinden bir paylaşım-aktarım gerçekleştirilebilirse beher gün yapılagelenler ve dahi genel anlamda edinilenlerin ortaya serilmesine, onlar üzerinden vakit kaybına da gerek olmaz.. her insanın ayrı bir dünyalığında ortak zemini ve hakiki manada iletişimi kuracak olan kanal da buradan geçiyor olsa gerek..
imdi, "ikincil manada tözler ise her ne kadar yaşam ve tecrübe alanından uzakta, gerinin karanlık gölgesinde kalsalar bile 'bir şeyin(nesnenin yahut insanın) bir şey' olmasını, karşımıza aldığımızın "bu" halini alarak konuşmaya imkan tanımasını sağlayanlardır" önümüze serilmiş oldu.. yani yemek yeme ve üreme ile "gündelik tutkular" bir yana esas yaşamı ve devamı için uğraş verdiğimiz bir "ego-ben" var karşımızda, ve bunun ne sıfatlarla ne de şekillenmelerle bir alakası da yok.. ve bir insanla iletişim kurmak için yeterli deneyim ve malzemeyle yaklaşım sağlanır, bu öz üzerinden bir paylaşım-aktarım gerçekleştirilebilirse beher gün yapılagelenler ve dahi genel anlamda edinilenlerin ortaya serilmesine, onlar üzerinden vakit kaybına da gerek olmaz.. her insanın ayrı bir dünyalığında ortak zemini ve hakiki manada iletişimi kuracak olan kanal da buradan geçiyor olsa gerek..
işte bu yönüyle ikincil manada tözler, imkanı vermesi ve zemini kurmasıyla "asli manada tözler"e dönüşür.. işte bu ikiliğin daha da açılıp hayatın içindeki diğer kavramlara uygulanması mümkün.. hele ki "üzeri örtülmüş" kavramlarla ilerlerken bu ayrımın yapılması bizler için esas kurtuluş alanı olacak ve "bir şeyi o şey olarak" yakalamak mümkün olacak.. tıpkı "ölen kişinin ardından aslen kendimize üzüldüğümüzü" yahut sergilenen ve iletişimi üzerinde inşa ettiğimiz "nezaket"in yeri geldiğinde farketmeksizin iletişimi yok ettiğini farketmemiz gibi..
öte yandan insanı insan yapan (t)öz ile bir insanı o insan kılanların nerede ayrıldığı ve başladığı ise ayrıca hesabı verilmesi gereken bir konu..
fakat unutulmaması gereken bu iki alanın ancak birlikte "bir şey" olacağı.. zira bu yaklaşımı gütmediğimizde addedişler cennetinde tatlı bir rüyaya kapılmak yahut fildişi kulelerde bitmez inzivalara garkolmak işten bile olmayacaktır.. hani bu yönüyle "asli mana" için uğraşıyor olsak da onun zemini ve imkanı da bir ölçüde birincil manadan ve sıfat-edim-şekillenişlerden geçmekte.. demek ki 'ağırlık verme' lüksünden önce bu noktada kendimizi tartmak ve konumlandırmak zorundayız.. değilse varış noktasından ziyade başlangıç noktasını birincil yahut ikincilde konumlandırdığımızda değil bir menzile varmak layığıyla yola çıkmak,yaşamak bile imkansızlaşacak..