23.06.2007

İtiraf

Ey dostum, otur hele de sana, sana neden güvenmeyişimi açıklayayım.
Bilmez misin ve beni bilmez mi sanırsın ki asıl amacın gevrek bir gülüşe eşlik eder “hayattan memnuniyet”tir ve bunu da her daim sağlarsın bir şekil. Kendine dair inan ve güvenin öylesine tam ve sağlamdır ve ötesinde zaten nerede ne halde olursan ol adın gibi bilirsin ki sen kendinden ve haliyle kendin üzerinden yaşadığından ve bu hayattan yana, istersen kurmaca lanetlerini durmaksızın-bıkmaksızın oku, delicesine memnunsun. Ve bir de utanmadan karşıma çıkar sızlanış ve avuç ovuşturuşlarınla benden ilgi ve medet dilenirsin. “Hele bir bana güven” dersin utanmadan üstüne. İyi de kuzum sen değil misin yalanlayan ve yok sayan yek diğerlerini, bulup da bunadıkları bencilliklerinde boğuldukları için? İyi de kuzum sen değil misin “duba misali” hangi batık noktasında olursan ol bir şekil çıkış yolu bulacağını bilen? Sahi kuzum, serde şartları yok sayarcasına ve kesinlikle kendinden menkulcesine bir kerameti var eder güveni, kendi üzerinden-kendince tesis eden sen değil misin ki kırıntılara mahkum edersin kendini? Ve hatta daha da utanmazlıkla bu kırıntılara sözde mahkumiyetle yek diğer insanlara ve ötesine ve haliyle en alasından ziyafetlere çatal-bıçak hazırlayan sen değil misin? Haydi gel de itiraf et kendinden ve kendin üzerinden insanlardan yana olan şaşmaz güvenini. İtiraf et ki ben de sana güvenebileyim, sana güvenemeyeceğim zemininde.
Bir bağ kurmak, onulmaz saydığın iletişimi kendini yalanlamak ve çiğnemek pahasına da olsa kurmak istiyorsun, biliyorum. Ve bu güvene, kendine-bana-bir kimseye yahut bir şeye fark etmezcesine, delicesine ihtiyaç duyup onu arzuluyorsun bilmez miyim. Ve bu çırpınışına güvenim de bir o kadar tam dert etme sen. Ama aynı zamanda buradan nerelere varmak istediğini de bilmez değilim be kuzum. Hani salak yerine konulmalarını bir düşün hele önce. Amaca kurban giden onca araçlılığını. Ve el insaf et de beni de kurban etme şimdi. Bilmiyor ve bu bilemeyişimle, şimdi esas itiraf eden sana-kendine itiraf etmeli ki, sana güvenebileceğime, hani samimi, içten ve naif olabileceğine dair inancı taşımıyorum hiç içimde. Daha çok da taşıyamıyorum. Ve istirham ediyorum sorma bana; senden kaynaklı mı yoksa insani yapından mı diye.
Bilmez de değilim hani, en azından benim sana ve haliyle kendi kendine oluşturabileceğin bir güvene ne denli bel bağladığını, delicesine ihtiyaç duyduğunu. Ama dedim ya kuzum ortada bir araç varken amaç ne olursa olsun ben aşamam bunu. Senin aşabileceğine de inanamam hiç. Hem yollar, çentikler sunulmamış da değildi ki sana. Hem de en alasından ve olabildiğince teorikten-damardan beslenircesine beslendiğin kaynaklardan da doyamadıysan ben sana güvensem ne çıkar demeden edemiyorum. Şimdi esasen güven görünümde aradığın günah keçin yapma-kılma boşuna beni. Sana güven(e)mediğim için, benden yana beklentilerini karşıla(ya)madığım için suçlama beni. Bilirim kimlerden medet umdun ve daha da umacaksın, bazı haklı çoğu zaman da gereksizce. Ama en azından bil ki ben bile sana güvensem yetmez ve yetmeyecek bu sana. “Kendi kendine yeter ol, en azından bunu dene” de diyemiyorum, kimi kendi yaptığın kimi karşında bulduğun ama bir şekilde hep ama hep yıktığın putlar tecrübesinden ötürü. Kendini putlaştırmaktan delicesine korktuğunu, acıkıncaya dek tapınacağın ve sonrasında ekmeğine katık edeceğin bir helva parçası olmaktansa şimdiki halini kat be kat tercih edeceğini de bilmez değilim.
Ama dedim ya kuzum, yapma bunu bana. Bırak buna bel bağlamayı, benden, senden yana güven duymamı bile deneme hiç. Emin ol en azından senin gerekçelerin kadarından bir fazlasını ben sana neden güvenmemem gerektiği noktasında bulurum.
Bitirmek istesem de bitmez sözlerimle en azından hitam niyetine derim ki sana; istediğin kadar inkar etsen ve gerekçelendirsen de bana ihtiyaç duyuşun ve güvenimi bu denli isteyişin o gevrek ve salak gülüşünü bir kat daha arttırmaktan başkası değil. Bana hesap sormazdan evvel önce bir bak haline, kendinden ve yek diğerlerinden yana olan güvenine e bunların berisinde yaşama olan bağlılığına da en azından susup köşene çekil.
Susmayı başarabildiğin gün emin ol ben de sana delicesine bir güven duyacağım..

22.06.2007

Kendine Güvensizlik

(Güven bahsine devam etmezden önce, ister istemez bu inan ve isteğin beslendiği kaynaklardan birisine çatmadan olmazdı, ) (diyerek, ) “Kendi”nin ne oluşu ve sınırlarını bir ön kabul dahilinde çevreleyip-ona ilişmeyip, belki biraz deşmeyi de yazının gidişatına bırakarak, mevcut ve kabul görmüş bu kendine güvensizliği açmak yerinde olacak. Anılar ve yaşanmışlar üzerinden de gerekçelendirebileceğim ve onlardan münezzehçe temel bir yapının varlığıyla tespit ettiğim-kabullendiğim bir durum bu. Hani külliyen göçmüş değil sistem. Hatta daha inşa halinde olsa bile narsis-ezik yapıdan bahsedebiliyorum nicedir. Ve çoğu zaman sorgulama, sorma yahut ad koyma üzerinden de olsa, gün yüzüne pek çıkmamış bu yazı arenasında mevcudiyet en kötüsünden “güvensizliğe” dair bir güven ve eminliği aşikar ediyor.
Uzaklaşmadan, başa dönerek ön kabulün, kendiliğin, içeriğine bakmalı. Eyleyişlerim, duruşlarım ve bunlara eşlik eder duygu ve düşüncelerimi hep bir uzaktan ve (öyle) çok da inanmadan seyreyliyorum. Hele ki net bir kopuş ve şekilleniş gerçekleşse olayın sıcaklığı mevcutken olmasa bile akabinde üzerinden geçemeyecek denli bir hoşnutsuzlukla kalakalıyorum. Ve bunların gerisinde handiyse beher şekilleniş ve noktadan arınık genel isme ve onun sahip olduğu sıfatlara bir güvensizlik benimkisi. Sonuçta kabul etmeme noktasına varacak denli olmasa da bu yaşayan ve eyleyen ve zamanda ilerleyen bireyden bahsettiğimde onun varlık hallerinden duyulan bir rahatsızlık bu. Neredeyse, heybeye alınmış alaycılıkla beraber, herhangi bir noktasına bile çatar-çatabilir şekilde hem de. Mesele biraz da ortada yalanlanamaz mevcudiyetine rağmen o&bu isme aşina olamamak, ona beher durumda sırt çevirebilirliği sağlamak. Yahut başka bir bakış açısıyla bahsedilebilir bir “kendi”ni oluşturamamak veya daha da iyimser bir yaklaşımla bahsedilebilirliği yok sayıp görmezden gelmek.
Kısmen açabildiğimiz-aşabildiğimiz bu kendine uyulamayan “güven” ise daha çok onu, kendini, sahiplenememek, şartlar-koşullar ne olursa olsun es v hata paylarını sıyırıp kalanla mest olamamak. Olabildiğince olası karşı savları bir kenarda bırakarak bunun gerekli olduğunu iddialayabiliriz sonuçta. Eğer kişi temelinde kendisine dair “güveni” ve onun tetiklediği memnuniyeti sağlayamazsa haliyle varlık ve bekasının devamını açıkta bırakmış oluyor. Hani tüm sıfat ve eyleyişlerimizi araladığımızda, karşılığı olsun-olmasın, hani mevcut bir gerçeklikten yahut bir varsayımdan bahsediyor olalım fark etmezce, geride kalan-beliren bulunmalı ve hatta bundan yana koşulsuz-şartsız kabulümüz olmalı ki sıfat ve eyleyişlerimiz şu yahut bu şekilde yaşam arenasında serpilmeye devam edebilsin. Fakat işte tam orada beliriveriyor ana soru-sorun; iyi de bu denli koşulsuz-şartsızlık zemininde neşet eden hangi şeyden yana eminliği-güvenilirliği sağlayabilirim ki? Lakin bizim es geçmek ve oyalayıcılık ve bel bağlayıcılığına en azından şimdilik kanmaksızın devam ederek onun berisindeki etken ve etmenleri ortaya koymak. Zira bu denli teorik ve köklü-sert bir karşı çıkışa rağmen gündelik hayatta (en dürüst olduğum noktada bilinçsizce hareket eder, diğer uç noktasında ise kelime-düşünce yığınlarımla bastırırcasına yüz çevirerek) aksine davranışlarım, güvenlice hareket edişlerim mevcut. Ki zaten narsis-eziklik’e eşlik edegelen narsizm de çok farklı bir kaynaktan besleniyor değil.
İmdi öyleyse temel yapıya (insan oluşa) ve onun yol açtıklarına çok da çatmadan-takılmadan, daha özele ve şahsi özelliklere göz atarak devam etmek gerek. Bu noktada ikili bir yapıdan, malzeme sağlayıcıdan ve gelen malzemeyi içerikten müstesna yorumlayıcıdan-sağaltıcıdan bahsedebiliyoruz. Öncelik-sonralık meselesini gölgede bırakırcasına birbirlerinin mevcudiyet ve zorunluluklarını karşılıklı sağlayan bir ikilikten.
İlh..

zevahir nedir? nasıl kurtarılır?

Kendimden kaçtığım kesin. Bir şey olmak, bir yerlerde durmak, kendimi bildim bileli bana eşlik eden “bir şeyler yapma” isteğine rağmen kolay kolay mümkün olmuyor. Daha doğrusu bir şekle gir(e)meme şekline ısrarla girmeme neden oluyor. Ve sayabildiğim sebepler görünürde herhangi bir kimsenin başına gelebilecek-gelmiş ölçüde yaşam çizgisine eşlik eder kırılma noktaları. Belki de kendi içimde geriye dönük kendimi kandırma çabalarımın hayal ürünleri hatta. Ama işte eğer durum buysa, hani bir şey olma konusunda bu denli korkuya kapılabiliyor ve hatta bunu gerekçelendirmeye böylesine çabalayabiliyorsam, o vakit bunun peşine düşmem gerekmez mi? Hani benim şeklim, sahip olduğu çehresinden delicesine korkarak aynalardan kaçan bir kimse benzeri olamaz mı? Ki bu görüş insanlarla ilişkimin genel seyrini ve hatta iletişim ve iletişebilirliğe bu denli çatmamı da gayet açıklayabiliyor.
Fakat kafamı kurcalayan ve esas hesabını veremediğim nokta gündelik hayatta bu denli takılmam. Evet, zevahir kurtarılıyor ama az biraz eşeleyince de kokular yükselmeye başlıyor. Ve hemen akabinde itirazlar; ya eşelemenin bizzat kendisi olmadı bu türlüsü hatalıysa? Zaten önemli olan zevahir değil miydi ve hatta sen bunu savunmuyor muydun? Madem ki kurtarabildiğini söylüyorsun dert ettiğin ne? İyi de kuzum bu kokuların kaynağı kötü kokuya hasret burnun ve psikolojin, hani öyle değerlendirişin olmasın? Daha en başta demedin mi “onulmaz bir şeyler yapma” isteğine sahip olduğunu? Demek ne yaparsan yap rahatsız ve doyumsuz olacaksın.
Hayır hayır.. Hayat dediğin bu ciddi müessese bu kadar da kolayından çürütülememesi lazım diyebiliyorum anca, susturduğum sorular karşısında. Lakin hala kerterizimi nereye koyacağım, en azından gündelik hayatta takılmayışımı nasıl belgeleyeceğim bilmiyorum. Hani en başta “eğer ki mutluysan gerisi boş-hoş” iddiasını atmak zorundayım, geliveren ve aynı şekilde gidiveren kabzlar ve bastlar karşısında. Yekdiğerleri üzerinden değerlendiriş de baştan yalan, şahsına münhasır şartlarından hareket de. Beklentiler? Belki ele alınası ama onlar da o denli yanar döner ki. Genel hatlar çizili olsa da gelmeyeyim şimdi onların üstüne de kalmayayım dımdızlak.
Velhasıl, hayat hep kaçıyordu zaten benim için. Üzgünüm ama ne yeni bir haber ne de bir durum. İşte demekliğim de tam o noktada hayat buluyor zaten; hani geçici olarak şu gündelik hayatta takılmayı es geçer ve karşılık bulmamayı değerlendirme dışı tutarsak kendimi bu şartlar altında, hani kaçak da olsa nihayetinde böylesi güreşen olarak ele alamaz-değerlendiremez miyim? “Hesap vereceklerim kimler?” deyip listelesem hani ve onların ağzına en kötüsünden birer parmak bal çalsam ve sonra “kendimden yana, kendime yaptığım haksızlıklar neler?” desem de o listeye de birer çentik atsam yeter mi ki?
Bakalım en azından akşamı ve akşam üstünden zevahiri yine kurtardım gibi ama gitmiyor ki “acep” soru, korku ve kaygısı zihinden.

12.06.2007

gönderilmemesi tercih edilmiş mektuplar 07

Hayatımın üç kadınına..
Üç ablam var malum ve hayatımın üç kadını tümcesi de son günlerde yapıştı dilime.. Sanmam ki sizi ablamlar yerine koyayım yahut yansımada bulunayım; zira sen şusun, sen şu, sen de bu demedim ve şimdi bile diyemiyorum. Fakat şurası kesin ki bugünümde, bu şekilde olmamda sizlerin, şükran ve hayranlığı anmamın gereksiz-tiynetsiz kaçacağı ölçüde katkılarınız olmadı değil, tıpkı ve en azından ablamların bana katkısı nispetinde. Elbet bir o kadar da kimi zaman haklı, kimi zaman haksızca ağzıma sıçtığınız dönem ve durumlarda oldu yeterince; ama malum “hayat bu” ve makuldüler hepsi son raddede, zıtlarıyla birlikte..
Şu gün, bu saatlerde olmasa bile ilerleyen saatlerde sizlerle, dostlar eşlik ve şahadetinde, birlikte olmak hayali beni mest etmişti son zamanlarda ama malum sebeplerce ve bizi biz yapan dinamiklerin buyurmasıyla (ve onların bu seferki ‘onulmaz eşleşmezliğimiz, sebepler-şartlar, habersizce kurban gidişler’ görünümünde) yine ne bir karede sırıtabildik ne de yan yana gelebildik. Bırakın üç sene ve sair zamanları üç saat sonrasında bile ne halde oluruzu kestiremeksizin sizle geçirdiğim bunca zaman ve ana ayrı ayrı hayran ve şükreder halde veladetimin bir sene-i devriyesinde (daha) gıyaben de olsa sizleri anmak ve hayat dolmak istedim..


Velhasıl iyi ki doğdum vesselam, yirmi yedincisini siz üç hayatımın kadınına ithaf ederek..