20.08.2021

Kapadokya Güncesi - Ritm

Bu topraklara gelirken en büyük endişem hareketsizlikti. Cılkı çıkmış bir koşuşturmacanın karşısına konumlandırdığım bir hareketsizlik. Ve temel niyetlerimden birisi önyargıyla ataletle eşdeğer kılarak “her şeye rağmen” yeni bir yaşam formu oluşturan ruhlara ulaşmak, onların devingenliğini anlamaktı. Elbette buradan kendime, hedefime koyduğum akışkanlığıma yol bulacaktım. Fakat bu beklenti ve ön kabullerin berisinde gizli hareketsizliğimi göz önünde bulunduramadım. Bugünlerde bu nedenle “yaşam zehirlenmesi” dilime dolanıp duruyor. Malum çorbacılığıyla karaktere dönüşen dedemin, hayatının benim eriştiğim dönemindeki keyiflerinden başlıcası karşısına aldığı köyü öylece izlemekti. Bununla aynı doğrultuda sadece hakikat referansını bertaraf etmenin yetmeyeceği, bu kalıptan da vazgeçilmesi gerektiğini son senelerde ortaya koymuştum.

Şimdi önümde bir açmaz var; salınmak, sadece ve sadece salınmak ile amaca yönelik hareketlilik. Zihnim halen uslanmadan ikisi arasında pazarlıklara, kavramları söküp yeniden yaparak orta yol bulmalara girişiyor. Oysa en başta his ve düşünceyi kendime saklayarak paylaşmamanın mekanizmasına halen vakıf değilim. Yahut tersinden bir yaklaşımla “anlatmaya girişmek anlaşılma beklentisini nereye dek taşımalıdır?”. Salt salınmak zaten “değer” mekanizmasını alt üst edip gereksiz kılmaz mı? İçine girilen ve kendimizi bıraktığımız nehir misali akışın neresinde liman beklentisi, inşası olabilir ki? Acıktığında yenecek helvadan putlara tapmak, sadece günümüz yaşantısında değil götünü taştan ayırarak ovaya salınan insan hayatının açmazı değil mi?


Elimde bir mekanizma var; ol dediğimde kumanda hakimiyetim ölçüsünde şekilleniyor. Ama işte ona ol demeden, sadece oluşuna eşlik etmek ve hareketsizlik mesabesinde içe kapanmadan şekillenmek ne mümkün? Yoksa oluşum mu yaşamı zehirliyor ve hayatın kendisi beni bu şekilde bertaraf etme heveslisi oluyor?


Belki de en özetinde oksimoronca bir hal bendeki; cevap arayışıyla geldiğim bu diyarlara getirmemem gereken sorular var mı? Sormadan bu cevapları almam mümkün mü? Yoksa hiss-i badel vuku yine devreye girecek ve hikmetine ancak basra harap olduktan sonra mı erişeceğim? İşte “eyleyip gitmek” halen eteğime dolanıyor, arpa boyu yol alamıyorum. Ritmi tutturamamanın ötesinde, atonal diyarlara eremeden enstrüman elimde kalakalıyorum.

Cevabı olan beri gelsin dostlar.

3.08.2021

Kapadokya Güncesi – Toprağın Formül Hataları

Tüm gece bir Excel tablosu oluşturmak için sabahladım. Yazışmalardan, raporlardan ve sistem verilerinden derlediklerimi, on iki sütun ve yüzlerce satıra sığdırmaya uğraştım. Nihayetinde son iki haftadır onlarca ekip arkadaşımla didinip ortaya çıkarttığımız iş yığınını, bir veri tablosu haline getirmiş oldum. Böylelikle verilen emeklerin, sıradaki işlemler neticesinde ticari bir değere dönüşmesi mümkün olacak. Binlerce hücreden oluşan bu yapının nereden bakılırsa bakılsın aynı değerleri vermesi gerekiyor. Bu şeffaflığın önündeki en büyük engellerden bir tanesi hücrelerdeki formüllerin yahut formatların bozulması. Ufak bir hata, zincirleme bir şekilde diğerlerini de beraberinde getiriyor ve aynı çıkması gereken değerler yapısı bozuluveriyor.

Verimli bir gece geçirmenin tatlı heyecanı dinmeden misafiri olduğum toprak emekçilerinin sabah namazına kalkmalarını duyuyorum. Birazdan gün ışımaya başlarken yeni bir mesai başlıyor. Bugün, sabah sıcağı bastırmadan bahçedeki bir kısım asmalar ve ağaçlar sulanacak. Havalar bu aralar oldukça sıcak geçiyor. Mınnaklar ise harıl harıl bir üretim telaşında ve daha sık aralıklarla suya ihtiyaçları var. İhmal edildiğinde kuruyuveren yapraklar ve dallar suya kavuştukça tomurcuklara, fideciklere ve meyvelere duruyor.



“Veriler toplanırken” bir yandan da formül hatalarının temizlenmesi gerekiyor. Saksılarda birkaç sefer yalancıktan yaptığım “ot yolma” ritüelini bu sefer gerçekten yapıyorum. Nasıl çekmeliyim diye sormadan yanı başımdaki toprak bilgini, işaret ve orta parmağını gösterip bunların arasına kıstırarak çekmemi söylüyor. Çok geçmeden tavsiyedeki isabetliliği anlıyorum; baş ve işaret parmaklarıyla aynı işlemi defalarca yapmaya kalkmak ciddi ağrılara yol açıyor. Oysa böylesi hem daha pratik hem daha acısız. Aklıma Yoga duruşları geliyor. Toprakla her işlem varlığından bile haberdar olmadığım kaslarımın ayrı ayrı çalışmasını görmek gibi. Ve neresini ne kadar zorlayacağını iyi öğrenmek gerekiyor; bir ustadan yahut kendi bedeninden. Ve zindelik ancak topyekün bir şekilde bedeninin tamamını çalıştırdığında geliyor. Bellemekten dizin mi morarmaya başladı, biraz fasulye kır. Eğilmekten sırtın mı tutulmaya başladı, hadi seni uzana uzana meyve toplamaya alalım. Karşıma çıkan otları yolarken tereddütlüyüm; ya kökleri tam çekemez ve toprak altında bırakırsam? Değil mi ki bu arsızlar hele bir tohuma dursun, bahçenin dört bir tarafını kaplayıverirler. Bir de nasıl çeşit çeşit; arada çiçeğe durmuşlar bile var. Yeşilin hakimiyetindeki bu rengahenkliğe hunharca kıyar, son nefeslerini vermek ve akabinde gübre olmak üzere etrafa saçarken insanlığımı düşünüyorum. Dağdan bağ yapma telaşındaki ilk versiyonlarımdan, aradaki binlerce yıla rağmen hiç de uzak değilim. Kendi halinde bambaşka serüvene dönüşecek bu yaşam alanını çitle çeviriyor ve sadece “benim” istediğimce gövermesini istiyorum.






Biteviye parmaklarımla otları çekerken kiminin kökü, bulunduğu toprağın hafifliğiyle de orantılı bir şekilde çıkıverirken kimisi oldukça zorluyor. Bazısı kıvrım kıvrım kendine toprak altında yol bulmuş, saçaklandıkça saçaklanmış. İnatçı ve muhteris. Tersine “af edersin” desen bahçeden toplanıp gidecek denli naifçe tutunmuş olanlar da var. Bilge bir yandan sadece mekanla değil zamanla da nasıl oynadıklarını anlatıyor. Beher mevsim ve ayda dalgalar halinde geliyor keratalar. Tertemiz ettiğini sandığın bir alanda, sırası geliverdiğinde pıtırdayıveriyorlar. Yahut iklime en ters dediğin bir zamanda bazı türleri seni faka bastırıp seriliveriyor toprağa. Yine insaniyetime pay biçmeye başlayınca yutkunup duruyorum. Köklerimin ürkekliği geliyor aklıma. Tam artık aidiyetimle buradayım dediğim demlerde sürgün yeyişlerimi hüzünle anıyorum. Fakat işte ben de arsızca saldırıyorum hayata. En narin yerlerimi güçlendirdikçe savruluşlarım en olmadık yerlerde, ne bileyim ahir ömrümde, işte şu bahçede bulduruveriyor kendimi. Ne beni güçlenmek zorunda bırakan şartlara ve insanlara ah ediyorum ne de kendi acziyetlerime veyl ediyorum. Yoruldum ve açıktım diyorum. Zaten güneş de hepten yakmaya başladı.


Kahvaltı için eve geçerken elimde iki yeri şefkatle öpüyorum. Ufacık bir su toplama başlangıcıyla minnacık bir nasırımsı. Fakat bunlar formül hatası değil. Tersine toprağa ve yeşile bulanarak ihya olan “revize” değerlerim.