Yalancı Çoban
Belki de söyleyecek hiçbir şeyi olmayan ama söylemeden de duramayan bir kimsenin sayıklamaları bunlar. Umudun had safhaya ulaştığı bir anda beliriveren ve kovmakla yahut başkaca bir çabayla da gitmeyen bir ümitsizlik halini mevcut durumun nicedir devam edişine ve defaatle ikrar edilişine binaen artık dile getiremez halde oluş. Öyle bir hal ki bu, bahis için ancak o durumdan bir nebze olsun uzaklaşmakla ve kişinin kendini seyriyle seyrine davet edebilmek mümkün. Oysa hal devam ederken bir tanıdık yahut halden anlar bir kimseyi bulması o denli zor ve güç ki. Zaten öylesi bir kimse bulunsa bile mevcut durum devam ettiği müddet nasıl olacak da ona aktarılabilecek? Ya mevcut durumun değişmesinden yana çaba sarf edilecek de anca o geride bırakılıp bahsedilecek yahut susmanın mümkün olamadığı bu meyanda halden bahis için kıvrım kıvrım kıvranılacak.
Meseleyi baştan çatmak ve “rahat bırakın beni kendi köşemde” demek de kurtarıcı olamıyor burada maalesef. Sığınılmış yüklükte bir aşina yüze hasret misal beklemekten, hani gelecek kimse yokken bile kapıdan yüz çeviremeden başka çıkar yol da yok ne yazık ki. Oysa yazıklar edilen kişinin gelişleri ve geliş yollarını baştan tıkamasından başkası değilken hem de. Demek mesele gelenin gelmeyişinde değil de bizzat “geliş”in kendisinde olsa gerek. Değil mi ki gelesi tutulanlardan yana yüz çevrildi de bunun üzerine bir de utanmasızca yüzün geri bakakalındı ne demeye bu bekleyiş? Ama işte zaten başlangıç da tam burası; gel demedikçe kimselerin gelmeyeceği ve dahası gelme dedikçe kimselerin gelmeye devam etmeyeceği bu arenada bir orta yol nasıl da bulunacak?
Öte yandan gerçekliği oyuna kurban edercesine bu ciddiyetten uzak seyirde kişinin yaprak dahi kımıldamayıştan esef duymasında ne denli hakkı var? Fakat oyunun oyunluğu seyrinde cereyan eder bu sürüklenişte kimseye git yahut gel demek zaten mümkün değilken ve güldüremeyen bir güldürüye ve temaşaya inatla devam edişte nasıl olacak da gelmelerin ve gitmelerin aslen gelmemelerin ve gitmemelerin bir aksi olduğu nasıl duyurulacak?
Ama esası bu garip oyuncu oyununu sürdürme gayretini nereden ve nasıl bulacak? Hem de sürüsüne saldırır yabanileri defaatle ilanlamış ve bu çağrıların asılsızlığına da en az muhatapları kadar kendi de şaşıp durmuşken şimdi gözüyle gördüğü, ensesinde hissettiği nefesi nasıl olacak da aktarabilecek? Hani aktarsa dahi sinelerde nasıl makes bulacak?
Belki de sorun işte bu yüzden çağrının ve beklentinin kendisinde. Sürüsüne yetemeyen ve onu saldırılardan koruyamayan çobanın, bırakın yalancı oluşunu ve olabilirliğini, çobanlığından ne denli bahsedilebilir ki? Lakin gelin görün ki sürüyü tek başına idareden yana kifayetsiz ama bir şekilde emanet de sırtına yüklenmiş bir kimse bu bizim çoban da ne gütmeden yana başarılı ne de imdat çağrıcılığından.