14.01.2008

Masal

İnanmakta kimi vakit kendimin bile zorlandığı bir masal anlatıyorum. Sonu nere varır, nereye bağlanır hiç bilmiyorum. Sığınabileceğim yegane şey zaten bu açık uçluluk ve bir de yine kendime inandırmakta zorlansam bile şairanelik. Nasıl bana yapıştığını bilmediğim ve yakamdan atmaya kalksam da başaramadığım biganelikle bezeli naifliğe sığınmış hem de. Tek bildiğim bir şeyler anlatmam gerekiyor ve inandırıcılığı baştan kaybettim. Göle çalınan mayanın tutma ihtimali bile elimde yokken kendimi öne sürdüğüm bir kumar bu belki de.
Hani bazı zevk de almıyor değilim bu masalı anlatmaktan ama dur durağı olmayan bu anlatışta insan masal anlattığını bilse bile bir gelenekten beslenmeyi olmadı bir gerçeklikten az da olsa pay almayı murat etmiyor değil. Oysa masal işte bu; ne inandırıcılığı bekleniyor ki anlatış devam ettiği müddet. Sonuçta bir yerlerde ve bir şekilde sihirli değneğiyle iyiliksever bir pericağız neden çıkmasın ki karşımıza? Yahut neden karşılaşılan yılmaz bir engel bir an cepte nicedir unutulmuş bir açarla yerle yeksan edilmesin ki? Buralara dek gelindiyse eğer, geliş yollarının hesabını vermeye bile gerek duymaksızın hatta, devamdan ve durumdan yana tüm endişeyi bertaraf edemez mi?
Sanki bir başka sorun da bu denli ben-merkezilik gibi. Eğer ki bir kimse masala bu denli kaptırdıysa kendini unutur elbet sağda-solda ne yaşandığını ve hatta kendisinin ne yaşadığını. Ama ya kuzum zaten bu merkeze kendini alış, merkeze alınışın komedisi değil miydi? Bu parodi oynandı oynanalı bir adım öteye gitmez sahnelemelerde, sahneye bir şekilde çıkmışın sahnede oluşunu ve rolünü yadırgamasından bahsetmiyor muyduk sahi biz? Fakat gene de yok olmuyor işte bir kimsenin, hem de istediği kadar iyi bir anlatıcı olsun, kendisini bu denli merkezileştirmesinden yana duyulan rahatsızlık. Hem de rahatsızlığıyla yahut anlattığı masalla havalisini belirleyen örnek burnumun dibindeyken.
Zira bir başka yerde verilemeyen hesap şu; vazgeçmek ve hatta yok saymak ve maalesef eğlenmek için ciddiye almak ve bir o kadar da alınmak gerekir. Bırakmak için bırakılandan önce bırakışı unutmak gerekir. Masalsılıktan bahsediliyorsa eğer ya o diyara hepten erişilmeli-girilmeli yahut gerçeklikle bağ koparılmayıp masal yerine hikaye anlatıcılığı seçilmeli. Üçüncü yoldan kasıt da belirlenip temcit pilavı misal yenemeden bir öğün sonrasına mide kazıntısıyla devrin önüne geçilmeli. Fakat doymak mümkün mü? Bu önüne geçilmez bir açlık mı hissedilen yoksa doyurulmamışlık mı? Ama ya iki türüyle yaşanan halin kaynağı aynıysa ve ayrımı imkansız kılıyorsa mayanın tutması misal?
Sonuç mu? Yine masal, yine başa dönüş: Belki de yegane sorun masal anlattığımın farkında olmamdır; kim bilebilir? Yahut belki de yegane kurtuluş?
Beklemedeyim velhasıl aç biilaç.

7.01.2008

Mana

Belki de hakikati bulmak yahut onu aramak yerine ona teslim olmak ve bilinmezliğiyle huzur bulmak daha yol aldırıcı. Hele ki alınmak istenen bir yol yoksa ama akla düşmüş yolda olma ve kalbe yer etmiş onun arzusu her şeye karşın ve tüm duraklara rağmen yok edilemiyorsa kaybı hissetmektense gelinen noktaya sarılmak en azından gününü kurtarabilir. Değil mi ki her tanışta ve yaşanan anda takip edilen yol haritası daha bir tamamlanıyor ve değil mi ki ilerisi adına bir fikir yahut his veremese bile tamamlanma duygusunu zihinde ve kalpte uyandırıyor o vakit böylesi bir telaşa düşmek neden? Hele ki “anlaşılacak bir şey anlatmadığı için anlaşılamamaktan sızlanan” misali bir dert güdülüyorsa çözüm aramaktan en azından anlatma telaşından vazgeçercesine sakınmak gerekmez mi?
Yaşanan serde karşılık bulmaktan ziyade akışı sağlamak mı yoksa içeride de hissederek devam etmek mi? Belki de öncelikle bu soruya cevap vermeli. Fakat çoğu zaman o denli iç içe geçmiş oluyorlar ki tercihi de imkansız kılıyorlar. Hem de bir o kadar tercihten arınık ve dayatmayla gelmelerine karşın. Zaten ikisine dair fikir yürütmek bile hala bir mananın peşinde oluş değil de ne?
Öte yandan “duvarlara yahut kitaplara” hapis olmaktan yana serzenişte bulunan için aynı zamanda bir necat vesilesi olacak bu seçeneklerde de bir kapıdan giriş ve içeride bulunuş yok mu? Demek onlar da geride vaat ettikleriyle bir çözüm ve tıkanış da geride bırakılmaları gerek. Hele ki koruyucu bir kalkan olup kişisel iradeyi havale ettirmeleriyle.
Nihayetinde mananın yudum yudum ve beher adımla verildiğini fark etmeye rağmen hala ve ısrarla sabra devam edip gerisi için bir beklentiye dahi girmemek gerekecek. Madem ki o istendiğinde bile kendini ele vermemeyi başarıyor ve hatta peşine düşüldükçe kendisini daha da bir gizliyor kelimelere ve anlara ve velhasıl külliyen yaşama, ama dışlamaksızın ve onlardan yana vazgeçmeksizin, sırt çevirmeyi başarmak gerekecek. Ve hatta gereklilikleri bile bir dikte ediş rahatlığında ve ödevi yerine getirme telaşında değil de usulca mecrasını arayan bir damlaymışçasına okyanus düşlerinden de vazgeçerek tatmak peşine düşülecek.
Hem de bir şeylere karşı ve karşın değil de kişinin bunu ancak ve ancak içsel sessizliğinde hayat buldurması şeklinde yapmalı. Oysa kişinin bir bilinmez karşısında, araması yasak edilmiş ve henüz vakıf olmadığı ve olabileceğinden de emin olmadığı bir manadan medet umarak yaşayabilmesinin zorluğuna rağmen.
“Biz sana verdiklerimizi anlatman ve aktarman için vermedik. Olur da onlardan nasiplenmeyi başarırsın da kendinde sakladıkça emanetimizin bekçiliğinden emanetin kendisi olmaya yönelirsin diye umduk. Anlattığını gizlemek senin yegane kurtuluşundur.”