20.09.2008

tik tak.. tik tak..

"kötü bir taklitçiden daha kötüsü iyi taklitçidir.."

Hakikat

Orada, duruyor ve gidiyor.. Anlamsızca, anlamı kendinden menkulce.. En başta kişisel hatalar ve eksikliklerle bezeli, süslü ve bir o kadar basitliğin gizeminde, tek hamleyle ortaya çıkanın ihtişamında kendini imzasını hükümsüz kılarcasına geri çekerek ve yine yeniden bir o kadar da insan oluşun, lam’ı geçip de elif oluşun hükmüyle ve emriyle nicesinden noksanlığı ve insaniliği bir kalemde hırka altına derleyip gidiyor. Durmayacak belli bu durakta daha fazla.. Bir ihtiyaç molasıydı onun için ve biz için ve ben için ve gidiyor şimdi; uğurlar ola ona..
“Şu hayatta hangi gerçek, buraları açıklarcasına hakiki ki?”nin cevabını verircesine bir cüretle ama bu dünyada olamayacak denli de gerçekçiliğiyle gidiyor bu diyardan; elden su gibi akarcasına ve buraları şifaya bularcasına ve kendine bile hayrı dokunmazcasına gidiyor şimdi.. Tutunulası bir etek değil belli bu da; kim bilir belki de tutunmaya meyil olmadığından yahut 13’ünde görülmüş rüyanın ve verilmiş-çizilmiş rotanın esaretinden.. Ama şurası kesin; bu durak da kısacasına bir durak.. Kanarcasına suya doyulduğu, patlarcasına gıdaya gark olunduğu ve yokluğunun vahametinin anca varlığıyla fark edildiği.. Lakin ve ne yazıktır işte gizemin hala korunduğu.. Yasemin kokularına bizi gark etmiş, nergisin kerameti kendinden menkullüğünden korumuş ama gel gör ki yine yeniden bir “dal olmanın”, uzunca salınışlar sonunda bir ricatle kendine dönüşün lam’ında bizi terk etmeye meyletmiş..
Yok sanırım evet.. O orada, biz burada..

Hayat

Hayat; duruyor işte orada, şuracıkta, bir adım ve kulaç mesafede de sanki uzanılmasını bekliyor kendisini sunmak için. Ve işte hayat, bir o kadar uzakta ve alakasızca ve anca kurmacadan ibaret. “Kendi dünyasında kendisini yaşamaya meyletmiş” bir kimse için ne acı dışarıda da bir hayat olduğunu fark etmek. Hem de daha kendi dünyasını keşfe bile girişememiş ve dahi zerre gıdam yolu onca sene ve uğraşa rağmen alamamışken.
(Sahibü’l kelam’ın önderliğinde ve ondan yana kıskançlıkla ilerlerken darca bir vakitte bizzat bunun üzerinden, çokluluk ve üçlülük üzerinden bahsin geçmesi ve utandırılması ne garip. Hem de iki gün sonrasına bir başka nedenle yüz kızartılacakken onun karşısında..)
Nedir sahi kuzum seni rahata erdirecek mecra? Var mı yahut? Veya derdin bizatihi mecrayla mı?

14.09.2008

Je Suis Ce, Que Je Suis

kendin ol!
Handiyse en insanisinden ve derininden dilekle karışık bir emir ve temenni cümlesi; kendini bil & kendin ol! Oysa bir yanı o denli havada ki; hani olmam gereken bir şey mi var, ona mı yönelmeliyim de onu mu kuşanmalıyım yoksa üzerimden tüm pislikleri ve etiketleri sıyırıp ve onlardan arınıp huzura girercesine mi kendim olmalıyım? Acep süreçle ve istek ve dirayetle mi bir inşa var yoksa bizatihi teslimiyetle ve kendini tümden bırakmayla ve zerre şüpheye düşmeksizin salınma ve akış mı?
Kim bilir belki de sırta ilişik bir kemik de peşi sıra koşturup durma hikâyesi ve alçaklığıdır bu kendin ol’ma(k) dediğin.

que sera sera
Ve ayağa kalktı ve dedi gür ve tok sesiyle ve haddini aşar bir cüretle; “madem sadece olacak olansa olan benim çabalamam neden?” Ve cevap bir tokat gibi geldi hemen : “sen ki bre nadan, sen ki kendinden bihaber, nasıl der ve görürsün ben gördüm ve biliyorum olmuşu ve olacağı? Tamam, biz ki şaşırtmadık şimdiye dek seni. Batıdan da doğdurabileceğimiz güneşi gönderdik beher gün sana, kalbinin an be an atışını sunduk sana. Ve biz ki “kalbinde bir sızı olsun” diye sana hatırlama şansını verdik, mazi kılığında. Ama sen ki, ey bihaber zannedersin her daim yaşayacağım yaşanacak olanı. Ve çok daha kötüsü utanmadan ve aymazlıkla zannedersin ki hatırlamada ve bilmedesin bihakkın evvelsinde geçenleri.
Ey nadan, madem ki kalktın bir hışımla, o vakit ayakta dur da dinle az daha! Biz ki sana yaşamı lütfettik “yaşayasın” diye ve “kendi benliğini ona kurban eyleyesin” istedik. Yoksa sıyrıl da gel ihsanımızdan murad etmedik. Sen ki bir parçasın, krallığını ilan ettikçe ancak ve zavallılıkla bütününden ayrılmadasın. Bırak enaniyet batağında bitmiş gül misali kendini ve bilmeyi ve olmayı da “yaşa ve yaşa ve yaşa”.

amenna ve saddakna!
Yaşamak buymuş; teslim olmayı murad etmeksizin, sonuçlarına kastetmeksizin salınmakmış meğersem. Kişisel iktidarın ve peşinen tercihin açamadığı ve açamayacağı kapıymış meğersem. Meğersem şu yaşamak dediğin cüretle ayağa kalkıp gürlediğini zannederken inlemekmiş ve ayakta durmaya güç yetirememekmiş. Meğersem şu yaşamak dediğin bir dalın dal oluşunda, bir yaseminciğin topraktan fışkırışında ve kalbi sızlatır ve inletir ve titretircesine salınışındaymış. Öncesini ve sonrasını ve beher etiketi ve sıfatı ve şekillenmeyi ve ama en başta gerekliliği ve olabilirliği beride bırakıp “şimdi”ye sığınabilmekte, şimdiyi yaşayabilmekteymiş. Hem de “şimdi”nin o güven vermez kaypaklığına ve değişirliğine rağmen ve işte “düşünce”yi hiç ama hiç işe katmadan ve hatta teslim olduğunun bile farkına varmadan “şu an”a ve “yaşam”a ve “şimdi”ye teslimiyetteymiş.

gereklilik & olabilirlik
İmkan dahilinde oluşlarla sere serpe serilişin gürül gürül aktığı bu mecrada yok ve olmaz bir gereklilik. Nasıl olsun da densin “işte ben buyum” ve “yolum budur”? Şimdiye dek ancak seyir varken ve bazı iki dakika yahut iki ay için onlarca sene yahut yüzlerce asır beklenir ve “bir an” için evvelsinde ve sonrasında nice hazırlığa girişilirken nasıl olacak ki gereklilik.
… ilh